Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Din ve İnanç Tarihinden

Aşağa gitmek

Din ve İnanç Tarihinden Empty Din ve İnanç Tarihinden

Mesaj tarafından Admin Ptsi Ara. 23, 2013 9:58 pm

DİN NEDİR? İNANÇ NEDİR? DİNSEL İNANÇLAR.
Tanrı’nın varlığını kabul etmeyen felsefi inançları, din olarak vasıflandırmak yanlıştır. Örneğin Doğu dinleri olarak anılan; Budizm, Taoizm, Konfüçyüscülük gibi öğretilerin, panteist inanca dayalı Brahmanizm gibi inanç kavramlarının , semavi dinler gibi “din” olarak adlandırılması yanlıştır.
Bu nedenle , Tanrı’nın varlığını kabul eden, Müslümanlık, Hıristiyanlık ve Yahudilik temel inanç anlayışları, Yaradan’ı Tanrı olarak kabul etme vasfını içermesi nedeniyle “din” anlamını taşırlar. Ve bu inançlar Din’i, Tanrı’nın yaratılış kanunu olarak kabul ederler. Din’in herkesçe kabul gören bir tanımı yoktur. Din’in çoğu tanımları; muğlâktır , müphemdir ve anlaşılması güçtür. Ve hemen hemen her tanımın; noksanlıkları, kusurları ve yetersizlikleri vardır.
İnanç kavramı , insanın varoluşundan bu yana , insana insan olma özelliğini kazandıran değişmez bir gerçeğin temel olgusudur. Her ne kadar başlangıçta değişik inançların ortaya çıkışındaki ana nedenler ; korku , yok olmama ve doğanın bilinemezlikleri olsa da ; günümüzde inanç anlayışı Tanrısal ve felsefi boyutlara taşınmıştır. İnanç, genel sözlük tanımında , “bir şeye veya bir düşünceye gönülden bağlı bulunmaktır”.
Yaşamın varoluşunu Tanrı açısından ele aldığımızda karşımıza üç ayrı inanç sistemi çıkar. Bunlar; ’Varoluşun Yaratıcısı’nı, Tanrı olarak kabul eden dinler. Yaradan her şeydir ve O, Tanrı’dır! inancını taşıyan felsefi inançlar. Yaradan’ın varlığına felsefi ve bilimsel nedenlerle inanmayan inanç sistemleri.


DİN NEDİR?
Kitabımızda tanımladığımız din anlayışı Webster’s New Dictionary (sözlük) -Third College Edition’ın kullandığı tanım ile uyumludur. Bu sözlüğe göre din , “Tanrı’nın etik kodlarını, şifrelerini ve bir inanç felsefesini içeren ,iman edilen ve o anlayışa göre inanılan Tanrı’ya tapılan, ibadet edilen özgün bir inanç sistemidir” Ve bu anlayış doğaldır ki; Tanrı’ya tapılmayan , ibadet edilmeyen ve kulluk edilmeyen inanç sistemlerini din olarak kabul etmez ve dışlar.
Öz’de dinin iki önemli unsuru vardır. Bunların birincisi , her dindarın Tanrı’ya inanması ve ona ibadet etmesidir. İkincisi ise; her inanan insan diğer insanlara karşı etik davranış içinde olacaktır. Ateizm ve agnostisizm temelde Tanrı’nın varlığını kabul etmezler. Ancak agnotisizmin ve ateizmin , Tanrı’nın varlığı konusunda ayrı karşı savları vardır. Ateizmin, teizme itirazı genel olarak ; teizmin, Tanrı’nın hem varoluşun ve hem de kendi kendisinin nedeni olduğu görüşünedir.
Ateistlere göre; “sebebi olmayan neden olarak” Tanrı’nın var olabileceği kabul edilemez. Oysa Tanrı’nın varoluş sebebi , O’nun evreni yönlendiren ve yöneten evrensel yasalarıdır. Her ne kadar , öne sürülen bu tarz felsefi yaklaşımlar olsa da , ateist’lerin inanç zafiyeti; Tanrı’nın varlığının nedenini araştırmak yerine , “Tanrı’ya inanmak benim yararıma mıdır , yoksa özgürlüğümün önünde engel midir? “ sualinde düğümlenmektedir.
Agnostiklerin , Tanrı kesinlikle yoktur diyen ateistlerden ayrıldıklarını ifade ettikleri temel görüş , Tanrı’nın varlığı konusunda hiçbir şeyin bilimsel olarak bilinemeyeceği iddiasidır. Oysa, insana insan olma özelliğini veren inanç konusunu; dinsel , felsefi veya bilimsel olarak irdelerken , ele alınması gereken temel yaklaşım, Tanrı gerçek mi, yoksa hakikat mi? sualine verilebilecek akli ve algısal yanıtlar olmalıdır. Genelde Tanrı’nın varlığını inkâr edenlerin üzerinde durdukları felsefi veya bilimsel açılımlar, kendi ürettikleri “gerçekler” e göre yapılandırılmıştır.
Oysa her gerçeğin hakikat olduğu söylenemez. Çünkü gerçeklik, aklımızda ürettiğimiz kendi doğrularımızdır. Gerçek ile hakikat arasındaki ayrım insanın aklıyla doğrudan ilişkilidir. Bu nedenle gerçeklik, bir anlamda kişisel ; hakikat ise; duygusal , algısal öğeleri de içinde taşıyan bütünsel hatta zaman zaman toplumsal bir kavramdır. Tanrı’nın varlığı varsayımlarının bilimsel olarak kabul edilmemesi , bu savların doğru olmadığını göstermez. Yani kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir. Çünkü, Tanrı’nın yokluğunu bilimsel olarak kanıtlayamayan tezlerin aciz duruşu karşısında, “hakikat” tanımının ön koşulu bilimsellik olamaz.
İnsanın fiziksel bedeninin ve aklının dışında duygusal ve ruhsal enerji bedenleri de vardır. Bilimsellik bir şeyi kesin olarak tanımlamak ve gözlemlemektir. Bilimsellikte duygusallığa ve ruhsallığa yer yoktur. Ancak hernekadar bilimsellik bağlamında bilim ve din arasında bir kompartmanlaşma varsa da, kanımca bu iki kavramı birbirinden tamamen kopuk yorumlamak , infoteizmin temel kabulüne ters düşer.
İnfoteizmin en önemli , kavramsal ilkesi , Yaradan’ın evrenin ve varoluşun şekillendirilmesindeki temel taşın “kuantum enformasyon” taşıyan atom’un en küçük parçacığının sicimler (strings) olduğu kabulüdür. Bu yaklaşım , inancın akılla değil tamamen duygulara bağlı olduğunu öngören “fideizm” anlayışının “tamamen ayrışma” anlamında ki vurgusuna karşı bir görüştür.
Tanrı’nın varlığı ve varoluş , genelde kendi inancımızla kabul edebileceğimiz metafizik kavramlardır. Bu tür kavramlar insanın aklından çok , duygusal ve ruhsal yapısını hedefler. Bu nedenle de öncelikli olan inancın bilimsel olması değil , inancın “hakiki” olmasıdır. “Gerçek” ile “hakikat” arasındaki fark, insanoğlunun manevi dünyası ile yakinen bağıntılıdır. Gerçek ile hakikat arasındaki farkın ötesinde önemli olan; “kendini gerçekleştirme” seviyesini yakalamış ateistlerin temel tercihlerinin ne olduğudur. Gerçeği ve hakikati reddetmektense; vicdanlarının sesini dinleyerek, bilinemeyecek olayların bilinemeyeceğinin , bilinemeyenin de yanlış olarak tanımlanamayacağının farkındalığına ulaşabilmek esas olmalıdır. Böylesine bir duruş inanç zafiyeti değil , inanç zenginliğidir.
Teizm , varoluşun yaratıcısı olan Tanrı’nın birliğine ve varlığına iman eden ve O’nun insanlara kutsal kitaplar ve peygamberler yolladığına , her şeyi bilen , tarifsiz , zaman ve mekândan bağımsız , mutlak ve sınırsız bilgiye ve güce sahip olduğuna duyulan sarsılmaz bir inanç görüşüdür.
Teizmin öngördüğü Tanrısal ilham ve vahiy yoluyla insanlığa gönderilen teist kavramlar , diğer bir deyişle Tanrı’nın sıfatları , Semavi dinlerin temelini oluşturmuştur. Her ne kadar teizm henüz bir felsefi görüş olsa da; bu görüşün Tanrısal ilham ve ilahi vahiy yolu ile indirilmiş olduğunun kabulü , teizme sıkı sıkıya bağlı inanç kavramlarının din olarak algılanmasına yol açmıştır. Bu nedenle , İslamiyet , Hıristiyanlık ve Yahudilik , teistik karakterli dinlerdir.
Sözü edilen teistik özelliklere sahip olmayan inanç sistemleri , örneğin filozofların düşünce sentezlerinden meydana çıkan “felsefi görüşler” ve ilim adamlarının deney ve gözlemlerinden oluşan “bilimsel inançlar”, dinsel tanımın dışında algılanmalıdır.
İNANÇ NEDİR?
İnanç kavramı , insanın varoluşundan bu yana , insana insan olma özelliğini kazandıran değişmez bir gerçeğin temel olgusudur. Her ne kadar başlangıçta değişik inançların ortaya çıkışındaki ana nedenler ; korku , yok olmama ve doğanın bilinemezlikleri olsa da ; günümüzde inanç anlayışı Tanrısal ve felsefi boyutlara taşınmıştır. İnanç, genel sözlük tanımında , “bir şeye veya bir düşünceye gönülden bağlı bulunmaktır”.
Başlangıçta belirttiğimiz gibi , kitabımızda kullandığımız “din“ kavramı ; Tanrı’nın vahiy yoluyla indirilen etik kodlarını , şifrelerini , bir ilâhi felsefeyi içeren ve bu anlayışa itikat / iman ve ibadet edilen öğeleri içinde barındıran bir inanç sistemidir. Bu tanıma göre , varlığı akıl ile bilinebilen , evrene karışmayan veya Tanrı ile evreni özdeş kabul eden Tanrı anlayışı , bir din anlayışı olarak kabul edilemez. Bu anlayış , Tanrısal bir inanç sistemi olarak kabul görebilir ancak yine de bir din değildir. Bu nedenle, inanç kavramının en güçlü ve kapsamlı boyutunu şekillendiren “din“ kurumu , diğer tüm inanç türlerinin dışında irdelenmelidir.
Çünkü sadece din olgusu , insanların yaşam tarzlarını belirleyen , yönlendiren bir kurumsal yapı özelliğini taşır. Din olgusunun gelişimi , içerik ve niteliği gereği ; Tanrı’nın elle tutulamayan , gözle görülemeyen sadece algılanabilen öznel hali ve nesnel olarak yeterli olmayan gerekçeler , bazı felsefi sistemlerin ortaya çıkmasında önemli rol oynamıştır.
Tanrıbilim anlamına gelen teolojiyi kavrayabilmek için , ateizm ve agnostisizm savunucuları , aşağıda sıraladığımız bilim dallarının disiplinlerini özümseyerek, Tanrı’nın varlığı konusundaki duruşlarını yeniden değerlendirmelidirler.
• Antropoloji- insanlığın toplumsal evrim/gelişim sürecini araştıran disiplin
• Epistemoloji- insan bilgisinin yapısını inceleyen bilim dalı
• Kozmoloji- evren bilimini inceleyen bilim dalı
• Ontoloji- varlık bilimini inceleyen disiplin
• Astroloji- göksel cisimlerin insan karakteri ve kaderi üzerine etkilerini inceleyen disiplin
• Astronomi- gök olaylarını inceleyen bilim dalı
Titreşim tıbbının veya enerji tıbbının en çarpıcı bulgusu , her canlının değişik titreşim frekanslarına sahip olduğudur. Milyarlarca hücremizin devamlı bir şekilde değişmesi bizi, sürekli değişime/gelişime uğrayan bir canlı konumuna sokmaktadır. Bu nedenlerle gerçek, onu her gözlediğimizde değişir. Kuantum fiziğiyle kendi gerçeğimizi yaratabilir , bakış ve düşünce şeklimizi etkileyecek her şeyi çok farklı görebiliriz.
İnanç, aklın varlığını kabul eder. Akıl , içinde duygusal ve ruhsal unsurları barındıran bir algılama , yargılama ve sonuç çıkarma yeteneğinin bütünselliğidir. Akıl vardır , fakat tıpkı inanç gibi görünmez. Aklımızın varolduğuna inanıyorsak , inancımızı da soyut bir hakikatin akılcı bir ifadesi olarak kabullenmeliyiz. Ve aklımızın işlevini kavrayabiliyorsak , inanç olgusunu da özümseyebiliriz. Eğer inanç, kesin olduğunu kavrayamadığımız bir şeyin kesinliği olarak ifade edilebiliyorsa, aynı anlayış akıl için de pekala geçerlidir.
Ralph Emerson’a (1803-1882) göre “ İnanç ruhun onayladıklarını kabul etmekten ibarettir , inançsızlık ise onları reddeder.” “ Kısaca , ruhsallığı güçlü olan insanların , Din’i bir inanç olarak kabul etme eğilimleri , ruhsallığı güçsüz olan insanlara nispetle daha yüksektir. Güçlü ruhsallık kişiyi Tanrı sevgisine yönlendirir.” Her ne kadar Tanrı’ya dokunamıyor ve göremiyorsak da , ona gönülden gelen, içten bir inanç ve beklentisiz , koşulsuz bir sevgi ile ulaşabiliriz.
Kuantum fiziğinin felsefi düşünürü Fred Alan Wolf , “Tanrı’nın varlığından emin misiniz? “ sualine; “Göremediğimiz , dokunamadığımız şeylerin varlığından emin olamayız , onun için inanç diye bir olgu vardır “ der. Kuantum anlayışında; mutlak gerçekler , mutlak doğrular yoktur. Çünkü bilim sürekli araştırır , gerekli düzeltmeleri yapar , yeni doğruları ortaya koyar. Bu nedenle inancın birinci koşulu bilimsellik değildir. Ancak inançları bilimle karıştırmamak görüşü de yetersizdir.
Varoluşun başlangıcı “ Büyük Patlama“dır. Büyük Patlama’yı ve sonucunda ortaya çıkan evrimleşmeyi bilimin ışığında aydınlatma girişimleri , inançsızlığı değil aksine inanç tutkumuzu derinleştirecektir. Sadece doğanın akıl ermez muhteşemliğini gözlemlemek bile , güçlü bir inanç için yeterli olmalıdır. Evrenin Yaratıcısı’na inanmak , gerçekte bilimselliğin ötesinde bir hakikattir.
Önemli olan, Yaradan ile ilgili bilgileri gün ışığına çıkarabilme azminin hiç kesilmemesidir. Kitabımızda bu olguya katkıda bulunabilmek istemini taşıyor. İnfoteizm’in kısa anlamı, kuantum enformasyonun sağladığı olanaklarla, bilimselliği de içeren inanç kavramını veya bir düşünce sistemini ifade edebilmektir. Önümüzdeki bölümlerde bu konunun ayrıntılarına gireceğiz. Başarmamız gereken; Yaradan’ın varlığına dair inanç konusunu yeni kanıtlar ile destekleyebilmektir.
Günümüze kadar bazı inanç sistemleri değişik kanıtlar üzerinde durmuşlardır;
Ontolojik Kanıt:
Tanrı kavramından hareketle Yaradan’ın varlığına ulaşmaktır. Örneğin Descartes, var oluşunu düşünerek Tanrı’nın varlığını kavrayabileceğini iddia etmiş ve ‘ben en yüce kademede yetkin varlık olan Yaradan fikrini aklımda taşıyorum‘ demiştir. Farabi, varlığı “ zorunlu “ ve “mümkün “ olarak ikiye ayrılır. Varlığı “ zorunlu “ olan Tanrı ilk nedendir ve varlığı başka bir varlıktan gelmediği için , inkâr etmek “ mümkün “ değildir der.
Kozmolojik Kanıt:
İslam felsefesinin “ hudus “ kanıtı da kozmolojik bir kanıttır. Bu felsefeye göre, evren yoktan varedilmiştir. Evren zaman içinde sonradan meydana geldiğine göre, onu ortaya çıkaran varlık Tanrıdır. Sonradan var edilen evreni Yaradan’ın , sonsuz bir Tanrı olması zorunludur. İslamdaki “ hudus “ kanıtına göre ; evrendeki düzeni sağlayan ve ona yön veren bir gücün olması gerekir ki, bu güç Tanrı’dır.
Erdem Kanıtı:
Orta Çağ filozoflarından Saint Thomas ( 1118-1170) “ evrende iyiliklerin ve doğruların bir mükemmellik sıralaması vardır ve bu derecelendirmede en mükemmel olan Tanrı en üst basamaktadır “ der. Erdem kanıtını ilk kez öne süren Saint Anselm(1033-1109) ; “Tanrı, mutlak olarak mükemmel varlıktır ve varlığı zorunludur “ ifadesini kullanmıştır.
Tasarım Kanıtı:
Tasarım kanıtı tektanrılı dinlerin savunduğu Tanrının sıfatlarını temellendiren bir kavram olarak tanımlanır. Tasarım kanıtı milattan önceki dönemde Epikurus ve Lukretus gibi filozoflarca ve yakın dönemlerde ise Kant ve Hume gibi önemli filozoflarca tartışılmıştır. Günümüzde tasarım kanıtı konusunda değişik argümanlara tanıklık ediyoruz.
Doç. Dr. Caner Taslaman’ın “Big Bang ve Tanrı” kitabında bu kavramı şöyle ifade ediyor. “Tasarım delili tarih boyunca savunulan düzen ve gaye deliliyle , teolojik delil ile aynıdır.” Tüm yaklaşımlardan , evrenin bilinçli bir Güç tarafından tasarımlandığı , evrendeki tasarımın üstün bir kudret tarafından gerçekleştirildiği ve evrenin tesadüflerin eseri olmadığı anlaşılır.”
Tasarım kanıtı bilimsellik anlamında Tanrı’yı tanımlıyamaz ama felsefi açıdan bir inanç yaklaşımıdır. Oysa infoteizmin , Tanrı’nın evrensel yasalarının enformasyon fenomenine yaklaşımı , Tanrının tasarım kanıtına daha rasyonel bir kabul getirir. Örneğin doğanın en önemli yasası olarak kabul edilen entropi yasası infoteizmin kabul ettiği evrenin ritim prensibinin bir oluşumudur. Çünki düzensizliğin ardından yine düzensizliğin geleceği evrensel ritim ilkesinin gereğidir.
Ahlâki Kanıt:
Bu anlayışa göre , iyilik yapmak ve kötülükten kaçmak bir ahlâk yasasıdır. Bu yasa öğrenilmemiştir ancak vicdanlarımızda hazır olarak bulunur. Bu yasanın kaynağı Tanrı’dır. Ahlâki kanıt , insanın ahlaki deneyimlerinden ve deneyimleriyle ilgili verilerden hareketle , Tanrı’nın varlığını algılamak ve ona ulaşabilmektir. Bu kanıtı ortaya atan Immanuel Kant’tır ( 1724- 1804). Kant için , insan ahlâklı bir varlıktır ve de ahlâklı olmaya mecburdur. Kant’ın bu görüşü, Tanrı anlayışı konusunda, kendisini bir ikilem ile karşı karşıya bırakmış. Ve Kant, “ ahlâki teolojiye evet” derken, “ teolojik ahlâka hayır “ demek durumunda kalmıştır. Kant bir ateist değildir , ancak teizm sempatizanı da değildir, transandantal inanca daha yakındır. Ona göre; transandantal inanç, “ mümkün olan bütün tecrübe ve bilgilerin ötesinde olan bir inanma duygusudur. “
Sonuç olarak inanç, geniş kapsamlı bir kavramlar sistemi ve genel anlamda bir inanma duygusudur. Özellikle, Tanrı’ya inanç, somut bilgi ve deneyimlere değil , genellikle soyut varsayımlara dayandırılır. Ancak, inanç anlayışında bilimselliğin bir ön koşul olarak kabul görmemesi , inancın bilimden bağımsız olduğu anlamına gelmez.
Önemli olan , yaşanılan çağın bilgi birikimine uygun bir inanç kavramına ulaşılmasıdır. İnfoteizm inanç kavramı da, işte bu özelliği taşımaktadır.
DİNSEL İNANÇLAR
Yaşamın varoluşunu Tanrı açısından ele aldığımızda karşımıza üç ayrı inanç sistemi çıkar. Bunlar;
’Varoluşun Yaratıcısı’nı, Tanrı olarak kabul eden dinler.
Yaradan her şeydir ve O, Tanrı’dır! inancını taşıyan felsefi inançlar.
Yaradan’ın varlığına felsefi ve bilimsel nedenlerle inanmayan inanç sistemleri.
Bu üç inanç grubunun birincisi, Tanrı’yı, ’varoluşun Yaratıcısı’ olarak kabul eden dinlerdir. Bunlar başlangıç sırasıyla , Yahudilik , Hıristiyanlık ve İslamiyet’i kapsayan, vahiy ile inmiş kutsal kitaplı ve “ teizm “ olarak sınıflandırılan dinlerdir. Bu inanç gurubunun bir uzantısı olan “ deizm “ ise ; Yaradan’ı varoluşun nedeni olarak görmekle beraber , varoluştan sonra evrene karışmayan bir Yaradan anlayışını benimser.
“ Bir din anlayışı içermeyen deizm ilk olarak 16 . yüzyılda İngiltere’de ortaya atılmış, ancak 18 . yüzyıla gelindiğinde âdeta kılık değiştirerek ateizme dönüşmüştür. Kitabımızda ifade etmeye çalıştığımız “ İnfoteizm “ anlayışı ise; teizm inancına gönülden bağlı bulunan ve Tanrı’nın / Yaradan’ın varlığını kavrama hedefini, 21. yüzyılın modern bilgi birikimi ile sağlama gayreti içinde olan bir inanç ve düşünce sistemi kavramıdır.
İkinci grup ise; “Her şey bir’dir o bir de Yaradan’dır “ anlayışını savunur. Yaradan , evren , insan ayrımı olmayan felsefi bir inanç sistemidir. Bu anlayış iki ayrı felsefi görüşe sahiptir ; birincisi panteizm , diğeri ise pan- enteizmdir.
Üçüncü grup , Yaradan’ın varlığına inanmayan , fakat değişik felsefi ve bilimsel inançlara dayanan görüşlerdir. Bu bağlamda , ateizmin inkarcılığına karşın , agnostisizmin şüpheci söylemi öne çıkmaktır. Nihilizm ile Taoizm , Budizm , Konfüçyüscülük gibi Uzakdoğu inançları da bu grubun içinde ele alınacaktır.
Teizm
Teizm , varoluşun yaratıcısı olan bir Tanrı’nın varlığına, O’nun insanlara vahiy yolu ile kitaplar, peygamberler yolladığına; tarifsiz , zaman ve mekândan bağımsız olduğuna, mutlak ve sınırsız bilgiyle her şeyi bildiğine dair sarsılmaz bir iman duyulan özgün bir inanç sistemidir. Teizme göre Tanrı, dünya ile ilişkisini dinler aracılığı ile yürütür. Teizmin öngördüğü, Tanrısal ilham ve vahiy aracılığı ile insanlığa gönderilen teist kuramlar , diğer bir deyişle; Tanrı’nın sıfatları , semavi dinlerin temelini oluşturmuştur. İslamda ve Hıristiyanlıkta Tanrı’nın sıfatları aşağıdaki şekilde sınıflanmıştır:
İslam dininde bu sıfatlar ikiye ayrılır.
-Kişisel sıfatlar:
• Ezelilik
• Sonsuzluk
• Var olmak
• Sonradan olanlara benzememek
• Bir şeye ihtiyaç duymadan kendi kişiliği ile var olmak
-Subuti ( müsbet , isbatlı olan) sıfatlar:
• Hayat sahibi olmak
• Bütün her şeyi kuşatan bir ilme sahip olmak
• Her şeyi duymak
• Her şeyi görmek
• Engelsiz bir şekilde istediğini yapabilmek
• Her şeye gücü yetebilmek
• Konuşmak
• Yaratmak , yoktan var etmek
Hristiyanlıkta Tanrı’nın sıfatları:
• Tanrı mükemmeldir
• Tanrı yaratıcıdır
• Tanrı sonsuz güçtür
• Tanrı her şeyi bilir
• Tanrı zaman ve mekândan bağımsızdır
• Tanrı kendi kendine yeterlidir
• Tanrı tarifsizdir
• Tanrı duygulardan bağımsızdır
Her ne kadar teizm bir felsefi görüş olsa da; bu görüşün Tanrısal ilham ve ilahi vahiy yolu ile indirilmiş olduğunun kabulü , teizme sıkı sıkıya bağlı inanç kavramlarının , din olarak algılanmasına sebep olmuştur. Teizmin özelliği, diğer inanç sistemlerinde görülmeyen bir biçimde, teist inanç olgusunun çok güçlü bir “ din “ kurumuna dönüşmüş olmasıdır. Asırlar boyunca, dünyanın yaygın bölgelerinde insanların yaşam biçimlerini , devletlerin yönetim şekillerini derinden etkileyen dinler olgusu , kuşkusuz, dünya tarihinin gelişiminde kilit roller oynamıştır.
Hinduizm
Hinduizm’in başlangıç tarihi tahminen M.Ö. 16 . yüzyıl öncesine uzanır. Hinduizm, her ne kadar İnfoteizm inancının din tanımı ile örtüşmese de, milli karakterli bir din olarak da kabul edilebilir. Semavi dinlerin aksine; kurucusu , vahiy ile inen kitabı , tanımlanmış bir inanç sistemi ve belli bir ibadet yeri yoktur. Tapınakları vardır ama ibadet genelde topluca yapılmaz. Bu dinin temelinde mutlak varlık ( Brahma) inancı yatar.
Hinduizmde çoktanrıcılığa inananlar olduğu gibi, tektanrıcılığa inananlar da vardır. Bu inançta, inek doğanın anası sayılır ve bir inek öldürmek yüksek mevkide bulunan bir insanı öldürmekle eşit kabul edilir. Ölülerin cesetlerini yakarak küllerini Ganj nehrine attıkları için, bu nehir kutsal sayılır. Hinduizm , üstün bir vatan sevgisi ve ona bağlılık duygusu üzerine kurulmuş olup , toplumsal ve siyasal kavramları da içinde barındıran kendisine özgü bir din şeklidir.
Ruhun bir bedenden başka bir bedene geçmesi anlamına gelen reenkarnasyon kavramı , Hinduizm’deki karma prensibine bağlı olarak doğmuştur. Karma, bir etki- tepki veya bir sebep- sonuç anlamını taşır. Bu anlayışa göre ölüm, yok olmak değil, başka bir bedene geçiştir. Hinduizm; Müslümanlık , Hıristiyanlık dinlerinden sonra dünyanın en büyük üçüncü dinidir. Bu dinin yaklaşık 900 milyon inananı vardır.
TANRI’NIN VARLIĞINI KABUL EDEN İNANÇLAR
Genel anlamda din dışı inanç türlerini , Tanrı’nın varlığını kabul eden ve etmeyen inanç sistemleri olarak tanımlayabiliriz. Tanrı’nın varlığını kabul eden inançlar:
Deizm
Panteizm
Pan-enteizm’dir
Deizm
Deizm veya yaratancılık , Tanrı’nın evreni yarattıktan sonra , faaliyetini sürdürebilmesi için onu kendi başına bıraktığını ve müdahaleci olmadığını savunan görüştür. Bu anlayışa göre Tanrı ile insan arasında canlı bir ilişki yoktur. Oysa Teizm’de Tanrı diri ve kişilik sahibidir.
Deist görüşün önderleri arasında şu ünlü düşünürler vardır ; Edward Herbert of Cherbury (1583-1648) , John Toland (1670-1722), Voltaire (1694-1778) ve Jean Jacques Rousseau (1712-1778). Dinin akla uygun olması ilkesini benimseyen deizm , ateizm’in yani Tanrıtanımazlık anlayışının karşısına , Tanrı varlığına inananların görüşü olarak çıkmıştır. Bu görüşe katılmayan ve kilise öğretisini savunanlar , deizm’in “doğal din” anlayışına karşı , teizmi “vahiy din” felsefesi olarak benimsemişlerdir.
“Doğal din” görüşünün , yani dini “akıl dini“ haline getirme denemesinin ve “özgür düşünür olma” anlayışının öncülüğünü John Toland yapmıştır. Deizmde Tanrı inancı vardır. Ancak Tanrı’nın dininden söz edilmemektedir. Her ne kadar yandaşları bu anlayışı “akıl dini” olarak savunsalar da , evrenle ve insanla ilgilenmeyen bir Tanrı’ya kim ibadet ve dua eder sualine verilecek mantıklı bir cevap yoktur. Bu nedenle “ Hıristiyanlar deistleri daima nominalist ateistler olarak görmüşlerdir. “Deizm , kılık değiştirmiş ateizmdir” diyen J. B. Broussuet’e göre Tanrı böylece evrenin dışına sürülmüştür”. Sonuçta deizm, her ne kadar yaratıcı bir Tanrı’nın varlığına inansa da , vahiy dini karakteri taşımadığı için bir din değil , felsefi bir inanç anlayışıdır.
Panteizm
Panteizme gelince akla ilk olarak, bu akımın öncüsü olan , Baruch Spinoza (1632-1677) gelir. Spinoza’nın panteizm anlayışına göre , “her şey bir’dir ve o bir de Tanrı’dır”. Bu görüşe göre Tanrı , evren ve insan birdir , aynıdır. Panteizm , Tümtanrıcılık , “Doğa Tanrıcılık“ veya “Kamu Tanrıcılık“ olarak da adlandırılır. Spinoza’nın panteizm konusundaki temel savı , Tanrı sevgisidir. Onun öğreti sisteminin içinde hep Tanrı sevgisi vardır.
Rene Descartes’in (1596-1650) ünlü sözü “düşünüyorum, öyle ise varım” çözümlemesini gerekli görmeyen Spinoza , Descartes gibi önce kendi varlığımızı bulup sonra onun içindeki Tanrı kavramını sorgulamaz. Descartes’tan sonra Fransa’nın en büyük filozofu olan Nicole Malbranche (1638-1715) her şeyi Tanrı’da görüyordu ve evren Tanrı’nın idi.
Oysa Spinoza “her şeyde Tanrı vardır , evren Tanrı ile doludur , evren Tanrı’nın kendisidir” öğretisini dillendiriyordu. Panteizm’de Tanrı, evrendeki tüm varlıkların toplamıdır. Evrenin başlangıcı ve sonu yoktur. Tasavvuf anlayışı da özünde panteist bir görüş taşır. Spinoza gibi filozofların “tek ilkeci”; panteist görüşü , Anadolu mutasavvıflarından Hz. Mevlana , Hallac-ı Mansur ve Muhyiddin İbni Arabi gibi düşünürlerin de benimsediği Tanrı anlayışı olmuştur.
Pan-Enteizm
Pan-enteizm anlayışı da her şeyi Tanrı’da görür , oysa Spinoza’nın panteist anlayışında her şeyde Tanrı vardır. Spinoza , ailesi engisizyon baskısı nedeniyle Portekiz’den kaçmadan önce , Endülüs İspanya’sındaki mutasavvıf Muhyiddin-i İbni Arabi’ nin (1150-1240) panteist görüşlerini içeren felsefi eserlerinden etkilenmiştir.
Arabi’nin görüşü Pan-enteist karakterli , Spinoza’nın görüşü ise panteist anlayışı içerir. Arabi’nin “ vahdet-i vücud” yaklaşımında Tanrı , yaratılmışların hiçbirine benzemez , bu inanç fiziki evrenin gerçeğini Tanrı’da görür , oysa panteizmde Tanrı fiziki evrenin kendisidir . Bu nedenle Spinoza’nın panteistik görüşünde “Tanrı evrendedir ve evren kadardır” , Arabi’nin pan-enteist yaklaşımında ise “evren Tanrı’dadır” ve bu oluşum Tanrı’yı sınırlamaz.
Pan-enteizm’in öncülerinden İngiliz düşünür , Alfred North Whitehead’in (1861-1947) din felsefesine yaklaşımı , kutsal kitaba dayalı ya da oradan hareket eden bir metot değildir. O, felsefi bir inanç sistemi getirmiştir. Whitehead’e göre; Tanrı tektir ama çift kutupludur , yani Tanrı’nın bir değişmez niteliği, bir de değişen niteliği vardır. Whitehead’in çift kutupluluk anlayışına göre ; Tanrı, tek başına eylemde bulunamaz , eylemde bulunabilmesi için oluşan yöne ihtiyacı vardır , çünkü eğer bu yön olmasaydı varoluşa katılamayacaktı. Bu nedenle Tanrı değişim ve oluşum sürecinin bilincindedir.
İşte “süreç felsefesi” olarak adlandırılan bu akım, pan-enteizm veya “çift kutuplu-diyalektik teizm“ olarak da anılır. Bir diğer pan-enteist Amerikalı düşünür Charles Hartshorne’a (1897-2000) göre, Tanrı’nın bir soyut (şekillenmiş) bir de somut (şekillenebilen) tarafı vardır. Tanrı bir yandan; mutlak , etkilenmez , erişilmez ve değişmezken ; diğer yandan etkilenir ve değişir , bir anlamda evrimleşebilir. Tanrı, bu iki karşıt gibi görünen niteliği yetkin bir şekilde sergileyebilir. Burada ifade edilen yetkinlik , teizmde olduğu gibi değişmeyen , katı bir yetkinlik anlamını taşımaz.
İslamiyet’in ve Yahudilik’in insanın “kader” anlayışına getirdiği, “belirleyen” ve “takdir” eden Tanrı anlayışı bu tezin irdelenmesinde dikkate alınmalıdır. Pan-enteizmde sözü edilen yetkinlik ; mutlak olmayan , değişebilir bir yetkinliktir. Ancak bu değişim, Tanrısal anlamda bir değişim olarak kabul edilmelidir. Başka bir deyişle bu değişim , yetkinliğin sonsuzluğu içinde, Tanrı’nın takdiri ile belirlenen bir değişimdir.
Sonuç olarak , deizmde Tanrı vardır ancak Tanrı ile insan arasında canlı bir ilişki yoktur , pan-enteizmde “her şey Tanrı’dan ortaya çıkar ve oluşur” , panteizmde ise “her şey Tanrı’dır.“ Ve bu üç inanç sistemi, kutsal kitaplı vahiy dinlerin aksine Tanrının enformasyonu tinsel bir içeriksellikle sorgulamazlar.
TANRI’NIN VARLIĞINI KABUL ETMEYEN İNANÇLAR
Sayıları onlarca olan din dışı inanç sistemleri vardır. Günümüzde halen dikkat çeken ve yeni taraftar bulabilen , Tanrı’nın varlığını kabul etmeyen belli başlı inançları , şu şekilde sıralayabiliriz:
• Ateizm
• Agnostisizm
• Budizm
• Taoizm
• Konfüçyüscülük
• Gnostisizm
Dini ve din dışı inanç sistemlerinin farklılıkları gözlemlenebilir olgulardır. Öne çıkan bu belirgin farklılıklar genelde şöyle ifade edilmektedir.
• Bilime verdikleri önem
• Özellikle Uzakdoğu inançlarının; kişisel ve toplumsal erdemler ile ahlaki iyilik kavramlarına atfettikleri yüksek değer
Ateizm
Ateizm , Tanrı’nın varlığını kabul etmemesinin yanısıra, tüm dinlere karşı olmayı ve her türlü Tanrı tanımına inançsızlığı da içine alır. Ateizm, felsefi bir inanç sistemi olmaktan uzak , Tanrı inancına karşı çıkan bir inanç anlayışıdır. Her ne kadar yaygın bir anlayış olmasa da , genelde dinsel taassuba karşı çıkan ve neticesinde özellikle 18. yüzyıl Fransız Aydınlanması’nda savunulmaya başlanan marjinal bir felsefi görüştür.
Ateistlerin öne sürdüğü önemli savlardan biri , “nedeni olmayan neden“ olarak Tanrı’nın var olamayacağı tezidir. Locke’nin (1632-1704) ve panteizm’in öncüsü Spinoza’nın (1632-1677) Hıristiyanlığın dogmalarına yönelik olarak yaptıkları sert eleştirilerle şekillendiği öne sürülebilir. Burada dikkat çeken husus, bu iki filozofun aynı yılda doğmuş olmaları ve önemli olan , şüphesiz o yıllarda Avrupa’da alevlenen Hıristiyanlığın engizisyon baskılarının artmış olmasıdır. 18. yüzyılda panteistlerin görüşünü destekleyen Denis Diderot (1713-1784), bir Fransız aydını olarak, Hıristiyanlığın dogmalarına en sert saldırıları yapan düşünürdür.
Kanımca , o dönem diğer bir Fransız aydını olan Baron d’Holbach (1723-1789) ateizmin materyalistik düşünce filizlerine ilk cansuyunu veren filozoftur. Dd’Holbach’a göre Tanrı kavramı inancı , bazı doğa olayları karşısında duyulan korkular ile cahillikten kaynaklanır. Ve d’Holbach , Tanrı inancını insanın bilgisizliğinin ve sefaletinin ana nedeni olarak kabul eder. 19. yüzyılın ateistlerine göre ateizm, insanı; cin , peri gibi korkulardan , vicdan azaplarından korur , özgür yapar ve “öbür dünya” korkusunu yok etmesi nedeniyle insanın bu dünyadaki yaşamından tat almasını sağlayan bir anlayıştır. Tanrı’nın varlığını savunanlarla devamlı mücadele eden ve dinsizliğin savunuculuğunu yapan eylemcilerden , Friedrich Nietzsche (1804-1904) , Karl Marx (1818-1883) , Sigmund Freud (1856-1940) bu felsefenin en önemli bayraktarlarıdırlar. Nietzsche’ye göre Tanrı yoktur.
Onun görüşünde , Tanrı’nın yerini , O’nun özelliklerinin farkına varan “üstün insan” almıştır. Karl Marx, Tanrı ve din inancını , acıları yatıştırmaya yönelik , uyuşturucu bir anlayış olarak nitelendiriyordu. Benzer bir şekilde Sigmund Freud da dini , insanların afyonu ve anne , babaların çocuklarını bir tür avutma ve korkutma arayışının çabası olarak görüyordu.
1964 yılında Nobel Edebiyat ödülünü kabul etmeyen Jean Paul Sartre da, (1905-1980) 20. yüzyılın önde gelen ateislerinden biri olarak, insanın özgür olmasının yolunun Tanrı’nın yokluğundan geçtiğini ve bunun nedeninin de Tanrı’nın varlığının , insanın özgür olarak kendi değerlerini yaratmasını engelleyeceğini ifade ediyordu. Ateizmin öncüsü olarak her ne kadar Baron d’Holbach’ı işaret etsek de , ateist görüşün yayılmasını , Charles Darwin’in (1809-1892) evrim ile ilgili bazı açıklamaları tetiklemiştir. Örneğin , Darwin’in “biyolojik varlıkların yok olmamak için vahşet içinde savaş sürdürdüğü bir ortamda Tanrı kavramı düşünülemez” sözü bu tetikleyici unsurlara örnektir.
Albert Einstein (1879-1955) Alman fizikçi , Charles Darwin (1809-1882) İngiliz doğa bilimci , Bertrant Russell (1872-1970) İngiliz filozof, Robert Ingersoll (1833-1899) ABD’li politikacı , 20. yüzyılın ünlü agnostikleridir. 18. yüzyılda güçlenmeye başlayan ateizm , çeşitli sıfatlarla sınıflandırılmıştır. Teorik ateizm , pratik ateizm , negatif ateizm, pozitif ateizm ve mutlak ateizm belli başlı sınıflamalardır.
• Teorik ateizm- Teizm inancına karşı tezler ileri sürer ve Yaradan inancına yer veren diğer inanç sistemlerini reddeder.
• Pratik ateizm- Tanrı’nın varlığını inkâr etmeyen ancak Tanrı’nın herhangi bir görevi olmadığından gereksizliğine inanan bir görüştür.
• Negatif ateizm- Tanrı varlığının prensip olarak mümkün olabileceğini ancak var olduğuyla ilgili hiçbir kanıtın olmadığına inanan anlayıştır.
• Pozitif ateizm- Tanrı’nın var olduğunu reddeden gerekçelere dayanarak, Tanrı’nın var olması mümkün değildir diyen bir ateizm sınıfıdır.
• Mutlak ateizm- Tanrı’yı reddetmenin ötesinde , Tanrı fikrini bile kabul etmeyen bir yaklaşımdır. Bütün bu inanç sınıflarının ortak özelliği , bu tarz düşünen kişilerde Tanrı inancının olmamasıdır.
Agnostisizm
Agnostisizm , insanın “bilme” yeterliliğinin sınırlı olduğunu , görülebilenin arkasındaki hakikatin ne olduğunun anlaşılamayacağını ve bu nedenle de Tanrı’nın varlığının “bilinemez” olduğunu savunur. Agnostisizm ,19. yüzyılın sonlarına doğru ünlü biyolog Thomas Henry Huxley (1825-1895) tarafından ortaya atılmıştır. Tanrı’nın hiçbir şekilde bilinemeyeceğini öne süren bu anlayış , dinlerin de Tanrı’dan gelmediğine inanır. Bu nedenle Agnostisizm , Tanrı’yı kesinlikle kabul eden teizm’den ve Tanrı’yı değişik tanımlarla ifade eden deizm , panteizm ve pan-enteizmden ayrılır.
Agnostik düşünce , tüm dinleri ve diğer öne çıkan felsefi inançların Tanrılarını reddetmekle beraber ; doğaya müdahale etmeyen , belki bilinci bile olmayan bir Tanrı’nın var olup olamayacağının dahi bilinemeyeceğini savunur. Ve bu anlayış ile agnostisizm , “kesinlikle Tanrı yoktur” diyen ateizm’den ayrılır. Kökeni Yunan sofistlerine kadar uzanan agnostisizm , Yunanca’da “bilinemez olan“ anlamını taşıyan “agnostos“ kelimesinden gelmiştir.
“Bilinemezlik“ anlamına gelen bir inanç kavramı bir bütünsellik öğretisi değildir. Tanrı varlığının kesinleşmiş bilgiden yoksun olması gerekçesi ile ortaya çıkmıştır. Ve insanın görülebilenin arkasındaki gerçekliği kavrayamaması nedeniyle de bir tür inanç olgusuna dönüşmüştür.
Taoizm , Budizm , Konfüçyüscülük
Ansiklopedik bilgilere göre Taoizm ve Budizm , Çin kültürünün Konfüçyüscülük kadar önemli inanç sistemlerindendir. Bu nedenle bu sistemlerin her biri diğerlerinin tamamlayıcısı olarak algılanır. Taoculuk ve Budacılık , Konfüçyüscülüğün ağırlıklı olarak vurgulamadığı spiritüellik ve gizemcilik boyutunu taşırken ; Konfüçyüscülük , Çin kültürünün devlet yönetiminde ve kamu yaşamında ilham kaynağı olmuştur.
Taoizm , Budizm ve Konfüçyüscülük inançlarında , Yaratıcı bir Tanrı’ya tapılmıyor . Özellikle Taoizm ve Budizm’de, insanlığın faziletlerinden ve “ahlâksal iyilik“ kavramlarından söz ediliyor. Örneğin Taoizm üç mücehver olarak adlandırılan ; şevkat , iyilik ve tevazu üzerine inançsal bir felsefe olarak öne çıkarken ; Budizm; farkındalık , iyi kalplilik ve bilgelik ilkelerine vurgu yapan inanç anlayışıdır.
Taoizm
Taoizm, Çin’in en eski inançlarından biridir ve milattan altı asır önce ortaya çıkan bu inanç, günümüze kadar varlığını korumuştur. Taoizm’in kurucusu olarak anılan Lao-Tzu’nun M.Ö. 507 yılında doğduğu tahmin ediliyor. Lao-Tzu’nun kitabı “Tao-te-Ching“, Güç anlamına geliyor. Taoizm’in kaynağı mistik panteizm olarak algılanırken ; Tao, yaradılışın nedenidir. Tao görülemeyen , dokunulamayan , kavranılamayan bir sebeptir. Hiçbir şeye muhtaç olmayan Tao, insanlığın rehberidir. Taoizm’in en önemli öğeleri, üç ana prensipte ifade edilebilir.
• Her şeyin iyi olmasını sağlamak
• Şevkatli ve mütevazi olmak ve nefsini gururdan uzak tutmak.
• Basit bir yaşamı benimsemek ve tutumlu olmak
Taoizm’e inananların sayısı yaklaşık 6 – 7 milyon olup , taraftarlarının büyük bir bölümü Güney Kore’de bulunmaktadır.
Budizm
Budizmde milattan altı asır önce , lakabı Buda olan Sidharta Gotama tarafından kurulmuştur. Hindistan hükümdarlarından birinin oğlu olan Sidharta , 29 yaşında iken saraydan ayrılır ve bir gün derin düşünceye daldığında, aydınlanmış bir mertebeye ulaştığını hisseder ve 35 yaşında Buda adını alır. Bu inanca sahip olanların amacı “ Nirvana“ ya ulaşmaktır. Kişi; kederi , elemi , eziyeti , çileyi ve acıyı yenebilmeyi öğrenip; iyi bir budist olarak yaşayabilirse Nirvana’ya ulaşabilir. Budizm’in önemli vasıfları şöyle özetlenebilir:
• Acılara katlanabilmek
• İnsanların acılarını gidermeleri konusunda onlara yardımcı olmak ve paylaşmak
• Merhametli ve iyi bir insan olmak
• Farkındalığa ve böylece bilge seviyesine ulaşmak
Bir incir ağacının altında, 49 gün süren nefes meditasyonundan sonra aydınlanmaya ulaşan Buda, 80 yaşında Hindistan’da ölmüştür. Ölümünden sonra Budizm; Doğu , Güneydoğu ve Kuzey Asya’ya yayılmıştır. Dünyada yaklaşık 375 milyon Budizm inancına sahip insan olduğu tahmin ediliyor.
Konfüçyüscülük
Konfüçyüscülük inancının kurucusu Konfüçyüs (M.Ö.551-M.Ö. 479) bir sosyal filozoftu. Konfüçyüscülük; ahlâki , felsefi , politik ve sosyal düşüncelerden oluşan bir sistem olup , Doğu Asya’daki bazı devletlerin “kamu inancı“ olarak da yaşanmıştır. Konfüçyüs inancının çarpıcı bir yönü , felsefesinin ahlâk değilde siyaset ağırlıklı olmasıydı. Ayrıca dikkat çeken bir prensibi de denge ve uyum arasındaki anlam ilişkisi idi.
Konfüçyüs, dengenin ; keder , neşe , kızgınlık , zevk duygularına kapılmamak olduğunu ; uyumun ise, bu duyguların ortaya çıkması ile gerçekleştiğini savunurdu. Kendi görüşüne göre sistemin amacı, toplumları siyasi bir eğitimle mutluluğa götürmek olmalıydı. Taoizm’de ve Budizm’de olduğu gibi, Konfüçyüscülükte de, erdemi ifade eden öğretiler vardır.
Konfüçyüscülük;
• İyilik
• Doğruluk
• Edeplilik
• Akıllılık
• Güvenirlilik
olarak sayılan beş erdemin yaygınlaştırılması üzerine inşa edilmiştir.
Çin kültürünün temel gelişiminin bir parçası olan Konfüçyüscülüğün, 20. Yüzyıl ortalarında hemen hemen tümüyle reddedilme aşamasını başlatan, Çin’in batı kültürlerine açılması, siyasi katı kurallara sahip olması ve zaman içinde geçmişten gelen devşirme inanç düzenlemelerine karşı yapılan eleştiriler ve gösterilen tepkilerdir.
Konfüçyüscülüğün çöküşünün ana nedeni Çin’de siyasetin, inancın yerini alma eğilimidir. Bu nedenle siyasetin ideolojisi inancın ve bilimin önüne geçmemesidir ilkesinin önemli bir deneyi konfüçyüscülüktür.
Gnostisizm
Bu inanç akımının ismi, Yunanca’daki “gnostikos“ yani “bilgiye sahip insan“ kelimesinden türetilmiştir. Bu inanç, Tanrı bilgisine anlık sezgi ve aydınlanma ile ulaşılabileceğini iddia eder. Bu anlayışın savunucuları da agnostikler gibi , teizmin Tanrı’nın mutlak bilgisine ulaşmada yetersiz kaldığı görüşünü taşırlar. Ve bu olguyu benimseyenler genelde, Hermetisizm ve Sabiilik anlayışına benzer sınırlı bir tarikat yaşamı sürdürürler.
Bir inanç olan gnostisizm , bazı düşünürlerce , Hıristiyanlık anlayışında bir dinin ya da topluluğun inançlarına ters düşen inançlara sahip kimseler anlamına gelen hermetik’lerin inancı olarak nitelenmiştir. Gnostiklerin dayandığı bilgi , göreli olmayan ve kendi başına bütüncül sayılan bir olgu niteliği taşır. Ve bu bilgi , dinsel bilgilerin üzerinde kurgu öğeleri taşıyan bir bilgidir.
Gnostisizm inananları, Hazreti İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğuna inanmazlar. Onlara göre Hazreti İsa herkes gibi bir insandır. Gnostisizmin öncüleri 1 inci ve 2 inci yüzyılda yaşamışlar ve hemen hemen hepsi reenkarnasyona inanmışlardır. Gizemci tarikat adamları olan gnostikler , dilimizde “bilinirciler“ adıyla anılırlar.

ALINTI
Admin
Admin
Admin

Mesaj Sayısı : 474
Kayıt tarihi : 22/12/13

https://merakliyiz.yetkin-forum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz